21-YÜZYILIN EŞİĞİNDE
MİLLİYETÇİLİK VE GELECEĞİ
Globalleşme ve Milliyetçilik
Tartışmaları
1990’lı yılların başından
itibaren dünya ölçeginde siyasi sistemin şekillenisini belirleyen en önemli
hadise, şüphesiz, Sovyetler Birligi ve Dogu Avrupa sosyalizminin çöküşü
olmuştur. Sosyalist sistemin çöküşü, liberal kapitalizmin nihayi zaferi ve
"tarihin sonu" olarak algılanmış, soguk savaşın sona erişine
paralel olarak, milletler arası ilişkilerin daha "barısçı" bir
zemine oturacagı yeni bir dünya düzeninin beklentisi içine girilmiştir. NATO
ve Varsova Paktı gibi milletler arası askeri teskilatlanmaların soguk savaş dönemindeki
foksiyonlarını yitirdikleri fikri, bu teşkilatların varlık sebeplerinin
tartışmasını gündeme getirmiştir. Dogu ve Batı blokları arasındaki
kamplaşmanın
sona erisiyle beraber bu kamplaşmaya fikri zemin hazırlayan ideolojiler arasındakı mücadelenin de ortadan
kalktıgı, dolayısıyla, "ideolojiler çagının
sonu"na gelindigi düşüncesi hakim olmaya
başlamıştır.
Drucker’in a) kapitalist ötesi topluma geçiş, b) bilgi ekonomisine geçiş ve
c) milli devletten mega devlete geçiş olarak üç boyutta degerlendirdigi bu
sosyal, iktisadi ve siyasi dönüşüm süreci, sosyal bilmler literatüründe
"yeni" kavramların dolaşımına girmesine de neden oldu. Globalleşme / küresellesme,
ulusal azınlıklar, grup kimligi, global sermaye, v.b. kavramlar, 1980’lerin
sonundan itibaren başlayan degişimi adlandırmada oldukça sık basvurulan
kavramlar haline geldiler.
Bu süreçte gözlenebilen bir başka hususta, milletler arasi ilişkilerde
"insan hakları"nın daha sıkça kullanılan bir çerçeve olarak
belirginleşmesidir. Insan hakları, önceki dönemde de milletlerarası siyasetin
bir aracı olarak fonksiyon görsede yeni dönemde, "etnik mesele"leri
manipülasyona dönük olarak grup / etnisite kimligi etrafindaki tarismalari önemli
ölçüde yönlendirmektedır.
Körfez krizinde, Birleşmiş Milletler gücünde cisimlesen "Yeni Dünya Düzeni"nin
bir baris düzeninden ziyade bir çatişma düzenini ortaya çıkardıgı çok geçmeden
anlaşıldı. Dünyanın çeşitli cografyalarındakı entegrasyon çabalarına mukabil,
etnik ayrılıkların körükledigi çatışmaların da yogunluk kazanması, birbiriyle
ters yönde işleyen farkli iki süreci gözler önüne serdi. Globallesen dünyada
milliyetçiligin ve milli devletlerin eski tayin edici kuvvetini kaybedecegini düşünen
zihinler, Avrupa’nın göbeginde "milliyet" esasında gerçeklesen
yeni sekillenmeleri degerlendirirken yeni kavramlara sarildilar: Mikro milliyetçilik,
saldirgan milliyetçilik, etnik milliyetçilik vb. Aslinda ortadaki gelismeler,
milliyetçiligin 19. Ve 20. Yüzyildaki gücünün devam ettigini gösteriyordu.
Yki Almanya’nin birlesmesi, Çekoslavakya’daki bölünme, Bosna
Hersek’teki savas, globallesen dünyanin yeni degerleriyle izahi zor hadiseler
olarak karsimiza çikiyordu. Bütün bunlar, milliyetçiligin 21. Yüzyila
girerken hala en önemli politik güç oldugunu, 20. Yüzyil nasil milletlerin mücadelesi
seklinde cereyan ettiyse 21. Yüzyilda da milletlerarasi mücadelenin temel aktörlerinin
yine milletler olacagini göstermektedir.
Globallesme Tartismalarinin
Türkiye’deki Yansimalari
21. Yüzyila girerken yasanan degisimin ne olduguna yönelik tartismalar, kisa sürede
Türk entellektüelleri arasinda da boy verdi. En çok tartisilan konu ise milli
devlet oldu. Özellikle Güneydogu meselesinin çözümüne iliskin
tartismalarda milli devlet bir bölüm entellektüelce hedef tahtasi haline
getirildi. Tartisma gündeminde yer tutan diger önemli bir konuda milli devlet
ile baglantili olarak "kimlik" meseleleriydi. Birarada yasamanin milli
devlet disindaki formlarina dönük bir arayisi yürütenler marksist gelenekten
gelen sol entellektüeller, yine marksist orjinli yeni liberaller ve bir grup
Yslamci aydin olarak göze çarpiyordu.
Nuray Mert’in de belirttigi gibi, marksist gelenekten gelen entellektüellerin
dolasimdaki yeni kavramlari bu denli kisa bir sürede "özümseme"lerinin
altinda yatan, bir fikri zenginlesme olarak görülemezdi.
"…Toplumsal gerçekligi kapitalizm, sinif sistemi gibi kavramlarla
algilamakta çok israrli olan kimselerin birçogunu degil bu kavramlari,
kullandu-iklari düsünce sistemini bu kavramlari terim olarak bile kullanmaktan
kaçinmalarini anlamak mümkün degildir. Bu oldukça ani terminoloji
degisikligi fikir degistirmekle de anlasilamaz…Ülkemizde artik bu kavramlar
toplumsal gerçekligi anlamakta gerekli bulunmuyor. Baska bazi kavramlar
dolasima çikariliyor. Kimlik, birey, küresellesme, vs.
Düsünce dünyamizin kavramlarinin zenginlesmesi mutlaka iyi bir gelismedir.
Ancak bizim yasadigimiz, zenginlesmeden ziyade bazi kavramlarin digerleriyle yer
degistirmesidir."
Bir baska ifadeyle, "sol"un geleneksel enternasyonalist ve
anti-milliyetçi söylemi ile global / küresel degerler örtüsmekte, bu
cenahta popülaritesini yitirmis marksist terminoloji yerine dolasimdaki yeni
kavramlastirmalar tercih edilmektedir. Üstelik bu tercih, marksizmle ya da
benimsenen yeni fikirlerle bir hesaplasmanin neticesinde ortaya çikmamaktadir.
Solcu ya da eski solcu yeni liberal aydinlarimizi asil cezbeden, yeni söylemin
anti-milliyetçi boyutudur.
Halbuki yapilmasi gereken, tarihin toplumun ve ideolojilerin sonunun ilan
edildigi bir konjonktürde, tek alternatif, tek dogru yaklasim olarak ortaya çikan
görüslerle hesaplasmaktir. Tarihi sartlarin degismesi kaçinilmaz olsa da küresellesme
adina milli devletten dolayisiyla milli bagimsizliktan vazgeçmek, milliyetçilik
bir yana insan haysiyetiyle bagdasan bir husus degildir.
Bati karsisindaki bu teslimiyetçi tavir, anti-milliyetçi aydinlarin milliyetçilige
ve milli kültüre bakislariyla baglantilidir. Enternasyonalist bir saikle
hareket eden bu yazarlara göre, milli kültür, insanlik alemi içindeki
kaynasmayi engelleyen, bütünlügü bozan bir unsurdur. Zaten globallesen dünyada
kültürel etkilesimin yogunlasmasi, kültürler arasi farkliliklari törpüleyen
bir sürece islerlik kazandirmaktadir. Bu bakimdan milliyetçilik de
birlestirici degil, ayirici bir harekettir ve içinde düsmanlik tohumlar
gizlidir.
Acaba milliyetçiler medeniyet disinda kalmak gayreti içinde midirler? Bu
soruya en doyurucu cevabi rahmetli Erol Güngör’de buluyoruz:
"…Bir kültür kaynaginda ne kadar canli ve güçlü olursa olsun,
kaynagindan uzaklastikça, orjinalligini kaybeder ve çok defa basit bir taklit
konusu haline gelir. Batiyi örnek alan ülkelerdeki taklitçilik salgininin
baslica sebeplerinden biri de budur…Kültürler için uzakliktan bahsederken
cografi mesafe kadar sosyal mesafeyi de hesaba katiyoruz. Nakil vasitalarinin
cografi mesafeyi manasiz kilacak kadar gelistigi bir zamanda bile sosyal
mesafenin varligi kültür yayilmasini hem tahdid eder, hem de gayesinden
uzaklastirir.
….
Bati medeniyeti kendi kaynagindan uzak bölgelere iste bu sekilde yayilmaktadir.
Bir de bu yayilmanin mecburi kültür degismesi halinde bir cemiyete zorla kabul
ettirildigini düsünelim. Manasini ve fonksiyonunu büyük ölçüde kabul
etmis seylerin medeniyet adina empoze edilmesi herhalde medeniyete karsi en büyük
kötülügü teskil eder. milliyetçilerin milli kültür davasi iste bu
soysuzlasmayi önlemeyi hedef tutmaktadir. Milliyetçilik, milli kültürü
bizzat bir medeniyet kaynagi haline getirmek ve cemiyeti soysuz degismelerin açik
pazar yeri halinden kurtarmak hareketidir. Binaenaleyh milliyetçilik ayni
zamanda bir medeniyet davasidir."
Globallesmenin ve global sermayenin milli devletlere meydan okudugu tezi de
tartismali bir noktadir. "Ulus devletin küresellesmis bir ekonominin önünde
bir engel filan teskil ettigi yoktur; para uluslararasi dolasiminda ciddi bir
engelle karsilasmamaktadir. Ayrica diger taraftan, uluslararasi sistem tabii ki,
özellikle de toplumlarin uluslararasi ekonomik merkezlerden idaresinin çok
kolaylastigi bir dönemde, belli bir alanda siyasal denetiminin kendi eliyle
zaafa ugratma azminde olan toplumlara ulus devlet modelini
dayatmamaktadir."
Milliyetçilik ve Milli Devlet
Her türlü global teslimiyetçilikten yana olanlarin milliyetçilige yönelttikleri
elestirilerin temelinde yatan husus, milliyetçiligin tabiati geregi bir "çatisma"
ideolojisi oldugudur. Onlara göre milliyetçilik "biz" ve
"onlar" gibi iki toplumsal öznenin karsitligindan hareket etmekte ve
"biz"i "onlar"a düsmanlik esasinda tanimlamaktadir. Bu
dogrultuda milliyetçilik, savasla özdes tutulmaktadir.
Ilk bakista cezbedici gibi görünen "biz" ve "onlar"
ayirimi esasindaki bu elestiri, metodolojik bir hassasiyetle hareket edildiginde
anlamsizlasmaktadir. Çünkü milliyetçilige yöneltilen bu elestirinin hemen bütün
ideolojiler, sosyal akimlar, hatta dinler için geçerli oldugunu tespit etmek
zor olmasa gerekir. Milliyetçilikten beslenen "biz" ve
"onlar" ayiriminin bir çatismaya dönüsme potansiyelinin diger
ideolojilerden kaynaklanan "biz" ve "onlar" ayirimindaki çatisma
ihtimalinden daha yüksek oldugunu söylemek teorik bakimdan zordur. Pratikte
milletlerarasinda yasanan çatismalarin sikligi ise, milletlerin milletlerarasi
siyasetin aktörleri konumunda bulunmasindan ve tarihin sekillenisinde
milletlerarasi iliskinin / mücadelenin belirleyici bir unsur olmasindan
kaynaklanmaktadir. Tarihin gelisiminde dinler arasi mücadelenin basat rol
oynadigi dönemlerde de din savaslarinin yogunluk kazanmasi ancak bu mantik
dahilinde izah edilebilir.
Türk milliyetçiligi eksenindeki tartismalarda ise "biz" ve
"onlar" ayirimi yanlis formüle edilmekte, Türk milliyetçiliginin
batili milliyetçiliklerle olan farki kasitli olarak iskalanmaktadir. Güneydogu
meselesi çerçevesinde Türk milliyetçiliginin olumsuz etkisinden sözedilmekte,
Türkler (biz)- Kürtler (onlar) ayirimini besleyen milliyetçiligin Günetdogu
meselesinin çözümünü imkansiz hale getirdigi iddia edilmektedir. Türk
milli kimliginin baslangiçtan beri dinle birlikte sekillenen bir kimlik olmasi
hususiyeti, Türk milliyetçiliginin "onlar" taniminin müslüman
unsurlari kapsamasini imkansiz kilmaktadir. Türk milliyetçiligi için
"onlar", ancak hristiyan ya da yahudi unsurlar olabilir. Türkiye’deki
PKK terörünün Kürtler’in degil dis güçlerin marifeti oldugu fikrinin
genis bir kabul görmesi de "onlar"in Kürtler olamayacagi anlamina
gelmektedir.
Buna mukabil Kürtçülük, "ayrilikçi" karakteri, devletsizligi ve
tarihi geç kalmisligiyla ilintili olarak, mecburi bir sekilde
"onlar"i "Türkler" seklinde fomüle etmek durumundadir.
Türkiye’deki enternasyonalist / anti- milliyetçi cephenin ve bir grup
islamci aydinin, milli devleti, ülkenin yasadigi problemlerin ana kaynagi
olarak ifade etmistik. Bu görüsün dayandigi temel tez, milli devletin belli
bir kimligi dayatmasi, bu milli kimligin disinda kalan etnik kimliklerin ve grup
kimliklerini tanimamasi, yer yer bu kimlikleri bastirmasi, dolayisiyla otoriter
/ totaliter bir karaktere sahip olmasidir. Bundan baska dünyanin içinde
bulundugu tarihsel anda milli devlet bir kriz içine girmis ve fonksiyonunu
kaybetmistir. Farkli kimliklerin birarada yasamasinin yeni yollari bulunmali,
bulunacak yeni formüller, çok kültürlü ve çok kimlikli bir yapi
tasimalidir. Sosyal degismenin "kendilerini ait oldugu kimlik gruplarinin
talepleri çerçevesinde tanimlayan" fertler yarattigini ileri süren bu
anlayis, bu yeni ferde uygun siyasi yapilanmanin da olusturulmasi gereginden söz
etmektedir. Bu yeni siyasi kurumlasma, "birey-devlet iliskisi yaninda,
kimlik devlet iliskisinin de kabul edilmesi ve bu iliskilerin birey ile kimlik
lehine yapilandirilmasi yönündedir." Kisaca ifade temek gerekirse,
Bati’daki gelisim sürecinde dinden "bosanan" devletin gelinen
safhada milletten "bosanmak" zorunda oldugu dile getirilmektedir.
Yslamci aydinlarin milli devleti hedef alan elestirileri ise daha kapsamli olan
modernlige yönelik elestirilerinin bir tezahürüdür. Milli devletin,
modernitenin siyasi düzlemdeki, farkliliklari bastirmaya dönük otoriter
tavrinin bir uzantisi oldugunu düsünen bu aydinlarin milli devlete alternatif
olara sunduklari "Medine Vesikasi" örnegindeki çogulcu toplum
tasarimlari da modernitenin kavramlariyla kurgulanmis, modern muhayyilenin ürünü
olan projelerdir. Üstelik tarihsel olarak bakildiginda milli devlet ile ümmet-devlet
arasinda bir zitlik degil, eksine hedef birligi sözkonusudur.
"Moder-merkeziyetçi-milli devlet…modern çagin siyasi birimidir…Bu
birim, modernitenin ürünü olmakla birlikte, modernlesmenin öngördügü
globallesmenin tersidir. Milli Devlet formu, Türkiye’de bu forma radikal
elestiriler getiren islamcilarin zannettigi gibi ümmet biriminin, yani dini
cemaatin yokedilmesiyle ortaya çikmamistir. Milli Devlet, en genis anlamiyla
imparatorluklarin ve mutlak monarsilerin anti tezi olarak vücud bulmustur. Ümmete
(yani dini cemaate) dayali siyasi birim, yani devlet formu, gerçekte milli
devlet formunun bir versiyonundan baska bir sey degildir. Bu yüzden bugün
milli devlet formuyla ümmet arasinda bir çatisma degil, tarihsel milli devlet
formuyla asiret ve kabile formlari arasinda çatismalar mevcuttur. Afganistan,
Ruanda ve Somali bu çatismanin canli örnekleridir. Ümmete dayali bir devletin
de çatisacagi güçler, ayni sebeple geleneksel asabiyet biçimleri
olacaktir."
Anti-milliyetçi aydinlarimizin milli devlet söz konusu oldugunda kendilerine
su soruyu sormalari gerekirdi: Ynsanlik tarihinin geldigi safhada milli devlet
formu tasfiye edilmek durumundadir da acaba neden Yngiltere, Fransa, Almanya vb.
ileri Batili memleketler hala kendi milli devletlerine, tarihi misyonlarina
sahip çikmaktadirlar? Milli devletten feragat etme lüksü öncelikle bize mi düsmektedir?
Birarada baris içinde yasamanin zeminini, toplumun ortak degerlerinde degil de
toplumsal farkliliklarda aramanin mantigini anlamak mümkün degildir. Toplumsal
farkliliklari öne çikaran Batili aydinlara iliskin su degerlendirme bu
bakimdan anlamlidir:
"Farkçi yönde iddialari bulunan Bati dünyasi entellektüelleri, çogu
kez sosyal bütünlesme sorunlari yasanmayan bir toplumda bireylerarasi
farkliliklar konusunda gelistirilen modelleri komünoteler düzeyine
aktarmaktadir.bu matodolojik eksiklik bir yana, bunlar genelde ‘baskasinin
evindeki’ farkçiligi tesvik etmektedir; bunu ülkesinin durumunu düsünen
bir aydin tavriyla söylemiyorum; çünkü bu ülkelerin göçmen isçiler
politikasi, en iyi halde entegrasyonu, en kötü halde asimilasyonu, bunlar
yapilamadiginda da dislamayi izlemektedir."
Birarada yasamanin yolu, farkliliklari ön plana çikararak derinlestirmekten
degil, ortak yönleri gelistirmekten ve yasatmaktan geçmektedir. Etnik, kültürel
farkliliklari siyasi platformda kurumsallastirarak yeniden üretmenin birarada
yasama kültürüne olumlu katki yapmasi zayif bir ihtimaldir. Aksine, toplumsal
atomizasyon istikametinde olumsuz sonuçlar da dogurabilir. Esas olan, toplumsal
farkliliklarin sivil toplumda pratik deger kazanabilecegi bir demokratik
tolerans ortaminin tesisidir. Siyasi toplumun diregi ise ortak yasama kültürünün
ifadesi olan "yurttaslik" kavramidir. Fertler etnik kimliklerini
siyasi platforma tasidiklarinda, bir üst kimlik olarak "yurttaslik"
fonksiyonellik kazanamadiginda birarada yasamanin sartlari tahrip ediliyor
demektir.
Türkiye’nin Güneydogu’sundaki problemin kökeninde de bir bütünlesme
sorunu yatmaktadir. Milli bütünlesme ise yanlizca etnik boyutuyla
tanimlanabilecek bir kavram degildir. Bütünlesmenin nihai hedefi,
"yurttas"in ortaya çikarilmasidir. Bütünlesme süreci, bir azinlik
mantigindan ziyade bir esitlik mantigina dayanmali ve fertleri bir takim hak ve
ödevler etrafinda eklemlemeyi amaçlamalidir.
Milli Devletin Gelecegi ve MHP
Anti-milliyetçi aydinlarin milli devlet konusundaki analizlerinin çarpik
yanlarindan biri de milli devletin dis dinamiklerine iliskindir. Milli devlet
formunun sürekliligini saglayan sadece milli limlikler ve milliyetçi egilimler
degil, dünyadaki siyasi ve iktisadi rekabetin niteligi ve boyutlaridir. Bir
yazarin dedigi gibi; "Milletlerarasi rekabet bu sekilde devam ettigi sürece,
milli devlet formuna getirilecek alternatiflerin hepsi bir ütopya olarak
kalacaktir."
Türkiye’de milli devletin tartisma gündemine getirilisi, daha çok
"yeni global dayatmalar", Bati merkezli emperyalist politikalar ve
etnik tartimalar ekseninde olmaktadir. Unutulmamalidir ki, devlet birlikte
yasamanin formudur ve milli devlet bu forma getirilen cevaplardan biridir.
Tarihi an itibariyle de milletlerarasi siyasi sistemin mecburi kildigi bir
devlet yapisidir.
Milliyetçiligin ve milli devletin gelecekteki durumunu belirleyecek bir diger
husus, dünyadaki demokratiklesme dalgasinin katedecegi mesafedir. Çünkü
milliyetçilikle demokrasi, Ghia Nodia’nin da ifade ettigi gibi, biri olmadan
digeri olmayan kategorilerdir. Özellikle "sol" tandansli ve saf
liberal yazarlarca milliyetçilikle demokrasi arasinda sürekli bir gerilimin
varligindan söz edilse de tarihi tercübe, milliyetçilikle demokrasi
arasindaki olumlu iliskiye isaret etmektedir. Demokrasi için gereken uyumlu bütün,
kendilerini millet olarak kabul eden insanlar varolmadikça gerçeklesemez:
"… Modern çag öncesindeki demokrasi yalnizca klasik sehir-devlete, yani
polis’e bagliydi. Bu demokrasi, insan kisiligiyle önemli ölçüde
orantiliydi; demokratik tesebbüsün sinirlari küçüktü ve vatandaslar mevcut
meseleleri birbirleriyle yüzyüze tartisma imkanina sahipti. Modern demokrasi
bu tür içli disli sinirlarin çok ötesine uzanmaktadir ve vatandaslarin,
bireysel duygularindan ziyade genellikle insan aklina veya tasavvur etem gücüne
dayali bir topluluk ruhu gelistirmelerini gerektirmektedir. Çogunlukla, modern
milletler veya ayni sekilde modern demokrasiler, bu ‘tasavvur edilmis’
nitelikleri olmadan varolabilmek için çok büyüklerdir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulus safhasinda devletin temelini olusturmak üzere
belirlenen iki ilke, "milli devlet" ve "milli egemenlik"
(demokrasi)dir. Cumhuriyet’in baslangiçta yaptigi bu tercihler dogru ve bugün
için de sahiplenilmesi gereken tercihlerdir. Türk milletinin varligini ve
bagimsizligini iade ettirmesi bakimindan bu ilkeler geçmiste oldugu gibi bugünde
fonksiyonelligini korumaktadir. Bu iki ilke, Türk milletine demokratik bir
siyasi rejimi isleterek dünya milletler ailesinin onurlu bir üyesi olma
imkanini vermektedir.
MHP-Türk devletinin üzerine oturdugu bu ana ilkelere gönülden bagli bir
parti olarak, hem demokrasinin hem de milli bütünlügümüzün unsurlarindan
biridir. MHP, Cumhuriyet’in demokrasiye ve milli devlete dayanan yapisina
sahip çikarken diger yandan da Türk toplumunun tarihiyle ve geleneksel
degerleriyle kurdugu ünsiyet çerçevesinde, "geçmis" ve "bugün"
arasinda bir köprü olusturmaktadir. Savundugu degerler itibariyla Türk
milletinin geçmisiyle bugününü biribirine yaklastiran MHP, Osmanli ve
Cumhuriyet arasinda bir köprü olarak da nitelendirilebilir.
Güneydogu meselesi çerçevesinde gelisen tartismalarla Türkiye’de yapay da
olsa bir "birarada yasama" problemi varmis havasi yaratilmaktadir. Bu
yapay problemden hareketle "milli devlet" yipratilmaya çalisilmaktadir.
Bu tavir, öncelikle bu ülkede yasayan insanlara bir haksizlik olarak ele
alinmalidir. Çünkü Türk toplumu, birarada yasama kültürünü ve ahlakini
özümseme bakimindan dünyanin en kidemli toplumlarindan biri olup, mezhep ve
etnik köken farkliliklarinin nasil ahenkli bir bütüne dönüstürülebilecegi
konusunda da önemli bir birikime sahiptir. "Gelenek" ile "bugün"
arasinda bir köprü niteligiyle MHP’de bu birikime yapmakta oldugu ve
yapacagi katkilarla "milli devletin" sürekliligini saglayacak önemli
unsurlardan biridir.